Râkım’ın celî sülüs yazısında ortaya koyduğu yeniliklerin daha iyi görülebilmesi için kendisinden önce ortaya konan örneklere bakılması ve dikkatle incelenmesi gereklidir. Bu konuda kısa bir karşılaştırma, Râkım celîlerinin azametini ve güzelliğini ortaya koyacaktır.
Giriş
Lugatte “âşikâr, iri, büyük” manalarına gelen celî, ıstılah olarak hat sanatında bir yazı cinsinin, meşk kaleminden daha kalın kalemle yazılan iri şekline verilen isimdir. Meselâ, sülüs yazısı normal olarak 2,5 mm’lik kalemle yazılır; bu ölçü aşılınca yazı celîleşmeye başlar. Kalem kalınlığı üç katına ulaşınca yazı artık celî olur. Sülüs yazı ile celî yazı arasındaki ölçü ile yazılan yazıya da Türkçe’de tokça sülüs, Arapça’da sülüseyn adı verilmiştir. Celî yazının kalınlığının sınırı yoktur. Ayrıca, celî kelimesi bir yazı çeşidini değil, karakterini ifade eder.
Sülüs ile celî sülüs harflerinin yapıları arasında fark olmamakla birlikte, celî sülüs harfleri daha olgun bir yapıdadır. Harfler büyüdüğünden, bünyeleri ve ayrıntıları çok iyi bir şekilde belirginleşmiş ve olgunlaşmıştır. Bu sebeple özelliklerini içermeyen celî yazılarda hatalar olduğu gibi ortaya çıkar, Bu noktaya işaretle, celî yazıların büyük hattatı Sâmi Efendi (1838 – 1912) “celî yazmadıkça hattın esrârına vâkıf olunmaz” demiştir.
Sülüs yazı, celîsine nisbetle daha narin, kıvrak ve hareketlidir. Dik çizgiler, celîye nisbetle sola daha yatıktır; celîde ise sülüse nisbetle daha diktir. Bu durum sülüs yazıya fazlaca işlerlik kazandırmıştır. Ayrıca aralarında önemli oranda olmasa bile, harf ölçülerinde bazı farklılıklar da vardır. Celî sülüste çanakların ölçüsü yarım nokta kadar küçüktür; sülüste vav harfinin çanağı dört nokta iken, celîde üç buçuk noktadan biraz fazladır. Sülüs daha ziyade satır olarak yazıldığı halde, celî sülüs istife en uygun gelen yazıdır. Sülüs yazı sadece büyütülmekle celî elde edilemeyeceği gibi, celî sülüs yazı da sadece küçültülmekle sülüs elde edilmez. İlki büyütülmüş sülüs, diğeri ise küçültülmüş celî sülüs olur. Celî yazıdaki incelik-kalınlıklar, harf aralıkları mesafeye ve mekâna göre ayarlanır. Bu sebeple celî yazı hayli maharet ister.
Celî Yazının Doğuşu ve Gelişimi
İslâm’ın ilk yıllarında yazının, kullanım sahaları ve kullanılan malzemenin tesiri ile iki ayrı tarzı doğmaya başladı. Bunlar mushaf, kitabe ve önemli belgelerin yazıldığı sert ve köşeli yazı ile günlük işlerde kullanılan yumuşak ve kavisli çizgilerin hâkim olduğu yuvarlak (müstedîr) karakterli yazı tarzıdır.
Yazının asıl gelişme yolunu bulduğu yuvarlak karakterli yazının kalın kalemle yazılan şekline kalemü’l-celîl adıyla tanınır. Esasen, o devirde her iki karakterdeki yazının kalın kalemle yazılan cinsine, bu isim verilmiştir. Osmanlı yazı mektebinde celîl ismi celîye dönüşmüş ise de başlangıçtaki celîl yazı ile Osmanlı celîsi arasında, ikisinin de kalın yazılmaları dışında bir alâka yoktur.
Hz. Ömer ve Hz. Ali hilâfetleri döneminde yazı Basra ve Kûfe’de , evvelâ geldiği şehirlere nisbetle mekkî ve medenî isimleriyle anıldı. Kısa süre sonra da yazıldığı şehirlere nisbetle, basrî ve kûfî isimlerini aldı. Başlangıcından beri mushaf, kitabe ve önemli belgelerin tespitinde kullanılan sert ve köşeli yazı Kûfe şehrinde geliştirilerek adına kûfî denildi. Böylece ilk defa yuvarlak karakterli yazı ve köşeli yazı isim ve vasıf olarak ayrıldılar. Kûfî yazı, daha sonra gelişerek muhtelif bölgelerde kullanılan aynı karakterdeki yazıların ana ismi olmuştur.
Hat sanatının asıl gelişimini gösterdiği, yumuşak ve yuvarlak karakterli yazıda , en belirgin gelişme Emevîler (661 – 750) döneminde olmuştur. Emevîlerin sonu ve Abbasilerin ilk yıllarında yaşayan Kutbetü’l-muharrir, daha önce kullanılan ve kalem ağzı genişliği belli olmayan celîle nisbeten , kalem ağzı genişliği belli olan tûmâr yazısını icat etti. Emevîler döneminden , o zamanın hattına delalet edecek bir örnek günümüze ulaşmamıştır; muhtemelen Abbasiler bütün bunları yok etmişlerdir. Yalnız Endülüs Emevîleri’nden zamanımıza ulaşan örneklerden görebildiğimiz, celî yazının zemininde süsleme unsurlarının kullanıldığıdır. Dik harflerde zülfe kullanılmamış, eliflerin alt uçları sola doğru kıvrılmıştır. Bazı harflerin uç kısımlarına ise tomurcuk şeklinde çiçek motifi konulmuştur.
Abbâsîler’in ( 750 – 1258 ) ilk devrinde yaşayan meşhur vezir ve aynı zamanda hattat olan İbn Mukle (ö. 328 / 940) , o zamana kadar uzun tecrübe ve arayışlarla elde edilen harf şekillerini, belli ölçülere bağladı. İbn Mukle’den bir asır sonra gelen ve onun mektebinin ikinci merhalesini temsil eden İbnü’l-Bevvab (ö. 413/1022), İbn Mukle yazısını geliştirdi ve güzelleştirdi. Merhum Nihad M. Çetin’in ifadesiyle “ .....benzerleri arasında ortak husûsiyetleri en bâriz şekilde taşıyan hat üslûplarını seçti ve çok muhtelif kanallarına yöneltti.” İbn Mukle ve İbnü’l –Bevvâb’ın celîl yazısına bir örnek elimizde olmamakla birlikte, İbnü’l-Bevvâb yolunda yazılmış celîl bir yazı örneği mevcuttur.
İbnü’l-Bevvâb’dan iki asır sonra, Ebu’l-Mecd Cemâleddin Yâkût b. Abdullah el-Musta’sımî (ö. 698 / 1298 ), uzun süre İbn Mukle ve İbnü’l- Bevvâb yazılarını inceleyerek yazıya yeni bir tavır kazandırmıştır. Yâkut’un yaptığı en büyük yenilik, o güne kadar düz kesilen kalemin ağzını eğri kesmesi olmuştur.
Fâtımîler döneminde kûfî yazının celîl örnekleri kullanılmıştır. Bu dönemden el-Hakîm Camii, Ezher Camii harem duvarı, el-Akmer Camii ile el Cuyûşî Camii mihrabında bulunan tezyinî kûfî yanında mihrab içerisinde mevcut celî sülüs yazılar mühim örneklerdir. Bu eserlerden görebildiklerimizin zeminlerinde tezyinat bulunmaktadır.
Karahanlılar devrinde tezyinî kûfî ve ma’kılî ile birlikte celî sülüs tezyinatlı olarak kullanılmıştır. Bunlardan Muhammed b. Nasr Türbesi’nde tezyinî celî sülüs örnekleri yer almaktadır.
Selçuklular’da Celî Yazı
Selçuklular’da mimarî eserlerde celî sülüs ve kûfî kullanılmakla birlikte, celî sülüs daha çok tercih edilmiştir. Celî sülüs hem yalın hem de zemini süslü olarak kullanılmıştır. Bu dönemdeki celî sülüs yazıların ortak özelliği, harflerin cılız, dik harflerin yukarıdan aşağıya doğru incelmesidir. Ayrıca yazıda kalem hareketlerinin özelliklerini görmek mümkün değildir.
Horasan Selçukluları devrinde yapılan Ardistan Mescid-i Cumas’nda ( m.1160) kubbeye geçiş bölgesinde ve mihrabta zemini kıvrık dallı motiflerle süslü celî sülüs örneklerini görmek mümkündür. Burada celî sülüs satır esasına göre yazılmıştır.
Anadolu Selçukluları döneminde mimarî eserlerde kûfî, muhakkak ve celî sülüs yazı kullanılmıştır. Bu dönemden yazılarıyla dikkat çeken Divriği Ulu Camii (m.1129), Erzurum Çifte Minareli Medrese (m.1253), Konya Sırçalı Medrese (m.1242), Divriği Sitti Melik Türbesi (m.1195) kapı üstü yazıları celî sülüsle yazılmış olup zeminde kıvrıkdal rûmî ve geometrik desenlerle süslenmiştir.
Bu dönem celî sülüsünün ortak özelliği, harflerin oldukça basit ve küt olması, dik harflerin yukarıdan aşağı incelmesidir. Yazılarda Osmanlı döneminde göreceğimiz estetik, kalem hareketlerinin hakkı, istifte harflerin birbirini kucaklaması gibi özellikleri görmemiz mümkün değildir. İstifler oldukça girift bir haldedir. Bu giriftlik estetiği değil karmaşıklığı ifade eder. Bu dönemdeki kûfî yazılar celî sülüse göre daha başarılı sayılabilir.
Osmanlı’da Celî Sülüs
Osmanlı’dan önce Selçuklular da dahil, celî sülüs gerek harf yapısı gerek istif olarak basit bir durumda idi. Osmanlı’da Fatih devrine kadar, Selçuklu celî sülüsü tesirini devam ettirmiştir; istif hususundaki tesir ise XIII. yüzyıla kadar devam etmişse de, günden güne bir gelişme söz konusudur. Celî sülüste, aklâm-ı sittede yakalanan başarıya ulaşılmaya çalışılmış, başlangıçta harfler XIX. yüzyıl celî harflerine göre basit olsalar da, Selçuklu celî sülüs harflerine göre, güzele doğru bir arayışa girildiği hemen farkedilir.
Erken dönem Osmanlı eserlerinden, m. 1333 – 1334 yılları arasında inşa edilen İznik Hacı Zeynel Camii ve m.1366 yılında inşa edilen Ayvacık, Tuzla Hüdâvendigâr Camii kitabeleri incelendiğinde, Selçuklu celîsinin tesirleri açıkça görülür. Her iki kitabedeki harflerin basitlik ve kütlüğü yanında, özellikle Hüdâvendigâr Camii kitabesindeki dik harflerin yan yana dizilmesi ve istifin giriftliği, Selçuklu celîsinin özelliklerini taşır.
1388 yılında inşa olunan İznik Nilüfer Hatun İmareti kitabesinde Selçuklu celîsinin tesirinden istif olarak ayrılma mevcut ise de harflerde ve zülfelerde kütlük mevcut; harflerin yazılışında bulunması gereken kalem hareketlerinin özellikleri ise yoktur. Yazıda çok az sayıda hareke kullanılmış, zeminde ise hendesî şekillere yer verilmiştir.
1419 yılında inşa olunan Bursa Yeşil Camii celî sülüs yazıları her ne kadar Osmanlı celî sülüsünün erken örnekleri olarak kabul edilse de harfler ve istif oldukça basittir. Bünyesinde bulunması gereken canlılık olmadığı gibi, daha önce inşa olunan Nilüfer Hatun İmareti kitabesine göre, harfler daha basittir. Fakat buradaki celî sülüs istif olarak Selçuklu celîsinden farklıdır.
1437-1447 yılları arasında Sultan II. Murad’ın emriyle inşa olunan Edirne Üç Şerefeli Camii yazılarında, dik harflerin yan yana gelmiş olması sebebiyle istif Selçuklu özelliği taşır. Harfler küt ve basit olmakla birlikte nisbeten canlılık belirtileri vardır.
Osmanlı celî sülüsü’nün ilk önemli ve güzel örnekleri Fatih devrinde görülür. Fatih devri hattatlarından Yahya Sûfî ve oğlu Ali b. Yahya Sûfî celî sülüste Râkım’a kadar geçen dönemde dikkati çeken sanatkarlardır. Ali Sûfî’nin, Fatih Camii ve Topkapı Sarayı Bab-ıhümâyun kitabesi, kitabe üstü müsennâ âyet sağ kapı yuvasındaki ayet ile sol kapı yuvasındaki ketebe yazıları şüphesiz Râkım’a kadar celî sülüsün en güzel örnekleri olarak görülür. Bu kitabelerden, özellikle Bab-ı Hümâyûn yazılarında, harf yapısı olarak mükemmel bir seviye yakalanmıştır. Fatih Camii kitabesine göre harflerde kalem hakkının halâvetini, yazılış özelliklerini görmek mümkündür. İstif olarak da, girift ve başarılıdır; müsenna ayet adeta örülerek istif edilmiştir. Bu kitabede, Besmele’yle birlikte âyet, yukarıdan aşağıya doğru istif edilmiştir. Âyette bulunan iki adet “fî” deki yâ’lar belli aralıkla yâ-yı ma’kûse şeklinde yazılarak istif üç parçaya ayrılmıştır. “ Biselâm” daki mim’in ortasına da bir penç motifi işlenmiştir.
Yazıda Osmanlı mektebinin kurucusu olan ve aklâm-ı sittenin olgunlaşmasını sağlayan Şeyh Hamdullah sülüs ve nesih eserlerinin yanında İstanbul Fîruzağa, Davutpaşa, Bâyezid camilerinin kitabelerini celî sülüsle yazmıştır. Şeyh bu kitabelerde harfleri satıra dizmiş, dik harflerin dengeli bir şekilde dağılmasına dikkat etmiştir. Bütün bu kitabelerdeki harflerde, devrine göre kalem hareketlerini, harflerdeki canlılığı bir dereceye kadar görmek mümkündür. Bu kitabelerdeki yazılar Osmanlı celî sülüsü’nün gelişme dönemi örneklerinden sayılabilir. Ancak Şeyh’in bu celî yazıları, sonraki devirlerin celî anlayışına göre oldukça basit kalmıştır. Osmanlı Hat Mektebi’nde Şeyh’ten sonra Yâkut Mektebi’nin temsilcisi olan Ahmed Karahisârî celî yazıda Şeyh’ten daha başarılı olmuş, harfleri güzel bir şekilde satıra yerleştirebilmiştir. Karahisârî harflerinde, celînin sonradan kazandığı keskinlik ve rahatlık olmasa da, estetik tenâsübe oldukça yaklaşılmıştır.
Süleymaniye Camii (kubbe hariç) kitabe ve diğer celî yazıları ile Edirne Selimiye Camii yazılarını yazan ve Ahmet Karahisârî mektebinin en kuvvetli temsilcisi olarak kabul edilen Hasan Çelebi’nin celîlerinde istif olarak Selçuklu celîsinin tesirleri görülmektedir. Harfler, üslûp olarak Osmanlı karakteri taşımakla birlikte, istif Selçuklu celisinin tesirindedir; dik harfler yan yana dizilmişlerdir. Harflerde önceki örneklere göre keskinlik ve gelişme olsa da, harflerdeki basitlik ve kütlük hâlâ devam etmektedir.
Tophane, Kılıçalipaşa Camii yazılarını yazan Demircikulu Yusuf’un celî harflerinde bir yumuşama göze çarpmaktadır. İstiflerinde de harflerin dağılımı zamanına göre başarılı sayılabilir. Fakat, Kılıçalipaşa Camii kapı üzerinde bulunan müsenna celî sülüs yazının terkibinde, çizgilerin birbirlerini sert bir şekilde kesmeleri dikkat çeker.
Sülüsleri ileride celî sülüste büyük değişim yapacak olan Râkım’a örnek olan Hâfız Osman da celî sülüsle eser vermiştir. Bugün kolaylıkla görülebilecek Üsküdar, Doğancılar’daki Şehid Süleymanpaşa Camii Çeşmesi kitabesi ve Karacaahmed Mezarlığı’ndaki Siyavuş Paşa mezartaşı kitabesi incelendiğinde harflerin basitliği yanında, terkip olarak da, harflerin istiften ziyade belli yerlere kümelendiği görülür.
Sultanahmed Camii (XVII. Yüzyıl) takkapısında Seyyid Kâsım Gubârî tarafından yazılan kitabede, harflerin yapısında, Osmanlı’nın başlangıcına göre mesafe alındığı görülür. İstifte ise, dik harflerin yan yana dizilişi Selçuklu celîsi’ni hatırlatır. Kitabeye bakılınca dik harfler, gözü hemen kendisine çekmektedir.
Üsküdar Yeni Valide Camii (XVIII.Yüzyıl) yazılarında, özellikle cami yanında Gülnûş Emetullah Türbesi iç tarafında taşa mahkûk Âyete’l-kürsî , Râkım öncesi Osmanlı celî sülüsünün çok başarılı bir örneğidir. Harflerin tenâsüb ve olgunluğu zamanına göre dikkatçekici seviyededir. Bu yazıların hattatı Mehmed b. Mustafa “Mehmed Bursevî ”dir.
Ayasofya İmaret Kapısı üzerinde, Bursa Emir Sultan Camii yakınında iki çeşme kitabesi ile İstanbul, Ayasofya meydanı su terazisi bitişiğindeki çeşme kitabelerini yazan hattat Moralı Beşir Ağa (ö.1165/1752)’nın celî sülüs harfleri ve terkipleri, tarihî seyiri içerisinde celînin önemli örneklerindendir. Harflerin tenâsübü yanında kalem hareketleri de belirgin bir haldedir. Beşir Ağa, istif içerisinde hareke ve tezyinî işaretleri az miktarda kullanmıştır. İstif, Râkım öncesi celî sülüs istifleri içerisinde terkip mükemmeliyeti olan örneklerdendir.
İncelediğimiz dönemlerden, Osmanlı’da aklâm-ı sittede özellikle sülüs ve nesih yazıda büyük başarı sağlanmış, çok güzel ve başarılı eserler verilmiştir. Celî sülüste ise gerek harfin tenâsübünde gerek istifte, terkipte istenen başarı sağlanamamıştır. Bu dönemde celî sülüste hareke ve tezyinî işaretler ya hiç kullanılmamış, yahut çok az miktarda kullanılmıştır. Harflerle birlikte, hareke ve tezyinî işaretler de yapı olarak basit ve bozuk bir haldedir.
Mustafa Râkım’ın Celî Sülüs’te Ortaya Koyduğu Yenilikler
Mustafa Râkım’ın celî sülüste yaptığı değişim şu başlıklarda toplanabilir :
1- Harflerin bünyesini ıslâh etmiştir.
2- Harf kalınlığı ile kalem kalınlığı arasındaki ideal ölçüyü yakalamıştır.
3- İstifte olağanüstü başarı sağlamıştır.
Mustafa Râkım’a gelinceye kadar hattatlar, celî sülüs harflerinde, yapı olarak tenâsübü bir türlü sağlayamamışlardır. Aynı harfin yazımında bile standart tutturulamamış, yazı sadece kalın yazılabilmiştir. Fatih devrine kadar celî sülüs, mimarî’de bir süs unsuru olarak görüldüğü için başlıbaşına ele alınmamış, bu sebeple de celî sülüste, gerek harf yapısı, gerekse istif yönünden aklâm-ı sitte derecesinde başarı sağlanamamıştır.
Başlangıcından itibaren özellikle Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı döneminin celî sülüsleri, harf ve istif yönünden incelendiğinde harflerin kütlüğü, yalınlığı yanında, kalemin yazılış özelliklerinin bulunmadığı hemen farkedilir. Celî sülüs, bu özellikleri ile Osmanlı’da da uzun süre devam etmiştir. Her ne kadar harflerde, önceki dönemlere göre önemli sayılabilecek düzelmeler mevcut ise de, istif güzelliği ve harflerin gerçek tenâsübü (ölçü, oran) Râkım’a kadar yakalanamamıştır. Daha önce görülmeyen, harflerde kalem hareketlerinin hakkı ve güzelliği ile harflerin tenâsübü, terkibin güzelliği, Râkım’ın özellikle olgunluk dönemi eserlerinde açıkça görülür. Önceki dönemlerde görülmeyen bu durum, Râkım’ın celî harflere getirdiği en büyük özelliktir.
Râkım, celîde harf güzelliği bakımından, Hâfız Osman’ın sülüsteki başarısını yakalamıştır. Celî sülüste Râkım’ın tamamlayıcısı olarak kabul edilen hattat Sâmi Efendi’nin şu sözü, bu hükmü doğrular mahiyettedir: “ Hâfız Osman’ın sülüslerini büyütürseniz Râkım’ın celîsini, Râkım’ın celîsini küçültürseniz Hâfız Osman’ın sülüslerini bulursunuz”
Râkım, harflerin bünyesini ıslah ederek, harf kalınlığı ile kalem kalınlığı arasındaki uyumu yakalamıştır. Râkım, Hâfız Osman’ın sülüs ölçülerini büyüterek celîye başarı ile tatbik etmiştir. Mustafa Râkım, Hâfız Osman’ın sülüs ve nesih yazılarını dikkatle inceleyerek,bu üstadın sülüs harflerindeki gövde ve duruş güzelliklerini celîye tatbik etmiştir. Celîde kalem hakimiyetini sağlayarak, harfleri en güzel, ideal ölçülerine kavuşturmuştur. Bu sebeple Râkım’ın celî sülüs harfleri, Şeyh’in ve bilhassa Hâfız Osman’ın sülüs harfleri gibi canlı ve hareketli bir yapıya sahiptir. Bu durum, gerek harfler tek tek incelendiğinde, gerek istif içerisinde açıkça görülebilir.
Yazıda harflerin veya harfleri teşkil eden kısımların, genel bir tabirle istifi oluşturan çizgilerin, istif sahasına uyumlu bir şekilde ve aynı nisbette yayılması, yani istif örgüsünün her tarafının aynı yoğunlukta olması, istifte organik bütünlüğün temini, çizgiler arasında denge, uyum, ritm ve ahengin bulunması güzel bir istifin temel unsurlarıdır. Râkım harflerdeki tenâsübü ve ölçüyü sağladıktan başka, gerek satır, gerekse katmerli istifte, harfleri bir birleri ile kaynaştırmıştır. İstifte harfler adeta birbirlerini kucaklamışlardır.
Râkım’ın olgunluk dönemi eserlerinden, 1234 / 1819 tarihli Nakşıdil türbesi yazıları özellikle Nakşıdil İmaret çeşmesi üzerinde bulunan celî sülüs müsenna ayet ve ayrıca papağan şeklinde istiflediği yazı , harflerin onun elinde nasıl yumuşadığının, hamur haline geldiğinin delilidir. Arıca Râkım, istiflerinde tezyini işaretleri çok fazlaca kullanmamıştır; Râkım yazıları, harf gövdeleri ile ön plândadır. Ancak harflerin tenâsübünü sağladıktan sonra sınırlı miktarda, yazıyı boğmayacak şekilde, hareke ve tezyinî işaretleri kullanmıştır. Şu bir gerçektir ki, Osmanlı’da istif, Râkım’la gelişme yolunu bulmuştur.
Önceki yüzyılların celî yazıları ile Râkım’ın harf , kelime grupları ve istifleri karşılaştırılırsa, Râkım’ın harflerindeki canlılık ve azamet, istiflerindeki güzellik daha iyi görülebilir. Râkım öncesi celî harflerinde mevcut donukluk ve orantısızlık yerini tenâsüb ve canlılığa bırakmış, istif dağınıklıktan kurtulmuştur. Râkım harflerinin diğer bir özelliği, uzaktan rahatça görülebilecek toklukta oluşlarıdır. Harfler, yazılacakları yahut asılacakları yere göre güzellik ölçüsüne kavuşmuşlardır.
Râkım celî sülüste evvela harflerin bünyelerini ıslâh ederek, harf kalınlığı ile kalem kalınlığı arasındaki uyumu bulmuştur. Râkım harflerinde kalem hareketlerinin hakkını, güzelliğini ve canlılığını görmek mümkündür. Râkım, harfleri istif içerisinde en güzel şekilde kullanmış, onları teşrifata uygun olarak dengeli bir şekilde dağıtmıştır.
Celî sülüste yaptığı inkılâpla mektep oluşturan Râkım, celîdeki tavrını ağabeyinin ölüm yılı olan 1221 / 1806 yılından sonra ortaya çıkartmıştır. Mezkur tarihten itibaren Râkım celîsi hızlı bir gelişme yoluna girmiştir. 1230 / 1815 – 1234 / 1819 yılları Râkım’ın olgunluk dönemidir; en güzel eserlerini bu tarihler arası vermiştir. 1234 / 1819 tarihi Râkım’ın harf ve terkip mükemmeliyetinin zirvede olduğu tarihtir. Bu tarihte yazdığı Fatih, Nakşıdil türbesi yazıları ile Eyüp, Çelebi Mustafa Reşîd Efendi mezartaşı kitabe yazıları, olgunluk döneminin en önemli eserleridir. Gerek Nakşıdil yazıları, gerek Eyüp’teki mezartaşı kitabesi, harflerinin tenâsübü ve istif mükemmeliyeti bakımından, hattatların ziyaretgâhı olmuştur.
Râkım’ın sanat hayatı genel hatlarıyla, 1221 / 1806’ ya kadar başlangıç yılları, 1221 / 1806 – 1230 / 1815 arası gelişme dönemi, 1230 / 1815’den sonrası ise olgunluk dönemi olmak üzere üç kısma ayrılabilir. Takdir olunur ki, bu sınıflama , Râkım eserlerinin tasnifi sonucu, genel hatları itibarıyla ve bir fikir oluşturması amacıyla yapılmıştır; muhakkak ki bu tarihler öncesi ve sonrasıyla irtibatlıdır.
Râkım önceleri celî yazıları kareleme (murabba’) usulü ile büyüterek yazıyorken, son döneminde eline gelen meleke sayesinde, kalem ağzı kalınlığı 3 cm. olan Nakşıdil türbesi kuşak yazısını doğrudan kamış kalemle ve sulu siyah mürekkeple yazmıştır. Bugün, İstanbul Türk-İslâm Eserleri Müzesi’nde muhafaza edilen yazı kalıplarında bunu görmek mümkündür.
Râkım’ın istifleri harflerin gövde ve duruşlarıyla ön plandadır. Sanat hayatının ilk yıllarında, harekeyi seyrek bir şekilde kullanmıştır. Ayrıca, Râkım’ın başlangıcındaki harekelerinde bir üslûb da yoktur. Râkım’ın harekelerdeki estetik gelişimi, celî sülüsteki gelişimine ayak uyduramamıştır. 1230 / 1815’den sonra artık, Râkım yazılarında harekeler, harf gövdeleri yanında kendilerini göstermeye başlar, ama harf gövdeleri yine de, hareke ve tezyinî işaretlere baskındırlar. Râkım, istifte teşrifata riayet ettiği için harekeleri de yerli yerinde kullanmış, harekelerin teşrifatına da riayet etmiştir.
Râkım, padişah tuğralarını da, hat ve şekil yönünden ıslah ederek, bu konuda da inkılâp yapmıştır. Râkım’ın padişah tuğralarındaki gelişimi, celî sülüsteki gelişimi ile paralellik arzeder; 1230 / 1815 tarihinden sonraki tuğraları olgunluğun zirvesindedir. Tuğra’da önce yazıyı ıslah etmiş; kürsü kısmını alt taraftan yuvarlak bir şekle sokmuş, istifi yeniden düzenlemiştir. Beyzaleri germiş, sol taraftan hafif yukarıya kaldırmıştır; tuğ ve zülfeyi de genel görünüm ile uyumlu bir hâle getirmiştir.
Râkım bütünüyle değerlendirildiğinde, daima yeniliğe açık ve cesur bir sanatkâr olduğu görülür. Her yazısında farlı bir nükte denemesine girişmiş, bunda da başarılı olmuştur. Mihrişah Sultan türbesi için hazırladığı hilyenin tac kısmında ve hilye metni etrafındaki kuşakta kullandığı harf tetâbukları, onun daha sanat hayatının başlangıcındaki yenilik arayışlarını gösterir.
Mustafa Râkım Efendi, XIX. yüzyıla kadar celî sülüste bir türlü gerçekleştirilemeyeni başarmış, Şeyh Hamdullah ve bilhassa Hâfız Osman sülüslerindeki canlılığı celî sülüse tatbik etmiştir. Yazı istifinde de, Osmanlı hattatlarının öncüsü olmuştur. Padişah tuğralarındaki hat ve şekil bozukluğunu gidererek estetiği yakalamıştır. Celî sülüste “mektep” sahibi olan Râkım, kendinden sonra gelenlerce yegâne üstad olarak kabul edilmiştir.
BİBLİYOGRAFYA
1-Abdurrahman ŞEREF.“Topkapı Saray-ı Hümâyunu ”,Tarih-i Osmâni Encümeni Mecmuası
1 Kanun-i evvel 1326 , cüz 5.
2- Ahmed Süreyya (SALTUK). “ Osmanlılar’ da Sanayi-i Nefîse, Ezcümle Hutût-u Bedîâ ”,
Sırât-ı Mustakîm, sy. 174 ( 14 Muharrem 1329 ) s. 280-285
3-ÂLÎ, Gelibolulu Mustafa. Menâkıb-ı Hünerverân. İstanbul, Türk Tarih Encümeni Külliyatı,
1926, 133 + 92 s.
4- ALPARSLAN, Ali. - Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları,
1999, 215 s.
-“İslâmYazı Sanatı ”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi,
c.XIV, İstanbul, Çağ Yayınları, 1993, s. 441 – 522
- “ Celî ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA),
İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı , 1993, c. VII, s. 265 – 267
- Ünlü Türk Hattatları, Ankara, Kültür Bakanlığı , 1992, 147 s.
- “ İbn Mukle’nin İslâm Yazısına Hizmeti ”, Tarih Boyunca
Paleografya ve Diplomatik Semineri 30 Nisan / 2 Mayıs 1986
Bildirileri, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi,
1986, s. 11 –14
- “ İslâm Yazı Çeşitleri; 3 Celî Sülüs ”, Sanat Dünyamız,
sy. 33, 1985 , sy. 27 – 35
-“ Mimarî Yapıların Yazı San’ atı Bakımından Önemi ”, Boğaziçi
Üniversitesi (Beşeri Bilimleri) Dergisi. C. IV – V, 1976 – 1977,
1 – 14.
5–AYVERDİ, Ekrem Hakkı. Fatih Devri Hattatları ve Hat Sanatı. İstanbul, İstanbul
Fethi Derneği , 1953 , 56 s.
6- BALTACIOĞLU, Ismayıl Hakkı. Türklerde Yazı Sanatı. Mersin. Kültür Bakanlığı, 1993
143 s.
- Türk Plâstik Sanatları. Ankara, Milli Eğitim Bakanlığı, 1971, s. 115 - 121
7- BERK, Süleyman. – “ Sultanahmet-Fîruzağa Camisi Kitabesi, AD Art Dekor, sy. 90 Eylül, s. 130-133
2000.
- “Hattat Mustafa Râkım Efendi’nin İstanbul’daki Mezartaşı Kitabeleri ”
AD Art Dekor, sy. 87 ( Haziran 2000 ), s. 120 – 125.
- “ Hattat Mustafa Râkım’da Celî Sülüs ve Tuğra Estetiği ” , Erzurum,
****** Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora . Tezi, 1999 , 155 s. + 115 ref
8- ÇETİN, Nihad M. -“İslâm Hat Sanatının Doğuşu ve Gelişimi (Yâkut Devrinin Sonuna
Kadar), İslâm Kültür Mirâsında Hat San’atı, İstanbul, IRCICA, 1992,
s. 14 – 32
“Yâkut Musta’sımî ” İslâm Ansiklopedisi (İA), c. XII , İstanbul Milli
Eğitim Bakanlığı , 1986 , s. 552 – 557.
9- DERE, Ömer Faruk. Hat Sanatında Hâfız Osman Efendi ve Ekolü. İstanbul, Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, 2000.
10 - DERMAN, M. Uğur. –“Osmanlı Türklerinde Hat Sanatı”, Osmanlı Ansiklopedisi, c. XI, Ankara , Yeni Türkiye Yayınları. 1999, s. 17-25.
–“Yazıyı Sanat Katına Çıkardılar”, Hürriyet Gösteri, sy. 212 (Temmuz-Ağustos 1999), s. 64-69
-“Türk Hat Sanatı:İncelikleri ve Bediî Değerleri”, Arış, sy. 3 (Aralık 1997), s. 54-67
-“Süleymaniye Camii’nde Hat Sanatı”, Mimari Mirasın Bugünü, İstanbul, IRCICA, s. 303-306
- Sabancı Koleksiyonu. İstanbul, Akbank Kültür ve Sanat
Kitapları: 61, 1995, s. 14 – 179 .
- “ Selçuklu’ dan Osmanlı’ ya Celî Sûlûr Hattının Gelişimi ”,
IV. Milli Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri,
25 – 26 Nisan 1994 (Ayrı Basım) Konya Selçuk Üniversitesi, Selçuklu Araştırmaları Merkezi, 1995, s. 91 – 95
- Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, Ankara, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 1993, s. 373 – 396.
- “ Hat San’ atında Osmanlı Devri ”, İslâm Kültür Mirâsında
Hat San’atı, İstanbul, IRCICA, 1992, s. 33 – 43, 178 - 244
- “ Yenicami Sebili’nin Kitâbesi “, Lale, 4 (Aralık 1986) s.14 - 17
- “ Celî Yazılar ”, İlgi, sy. 29 ( Mayıs 1980 ), Yıl. 1, s. 30 - 34
- İslâm Sanatında Türkler. Ankara, Yapı Kredi Bankası Yayınları,
1974.
- “ Kanunî Devri Yazı San’atımız”, Kanunî Armağanı, Ankara, Türk
Tarih Kurumu, 1970, s. 269 - 289
- “ Hat Dehalarımızdan Şeyh Hamdullah ”, Hayat Mecmuası,
sy. 47 (1969) , s. 23
- “ Hafız Osman’ın Yazı Sanatımızdaki Yeri ” Hayat Mecmuası,
sy. 52 (1967), s. 8 - 9
- “ Hattat Mustafa Râkım Efendi ”, Dosya, M.Uğur Derman Arşivi.
11- el – KALKAŞENDÎ Ahmed b. Ali. Subhu’l-a’şa. c. III, Beyrut, Dâru’l-kutubi’l İlmiyye,
1407 / 1987
12-ERBAŞ, Aynur. Fatih ve II. Bayezid Devrinden Günümüze Ulaşan İstanbul Camilerinin
Kitabe ve Celî Yazıları. İstanbul, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1990, 98 s.
13- GROHMAN, Adolf. Arabische palâogrphie ( I. Teil) , Wien, 1967 , 154 s.
14- HABİB. Hat ve Hattâtân. İstanbul, 1305, 285 s.
15- İbrahim CUM’A. Dirâse fî Tatavvuri’l-Kitabati’l-Kûfiyye. Dâru’l – fikri’l-Arabî, (ts),
286 s.
16-ISSAM el-Said and Ayşe PARMAN.Geometic Concepts In Islamıc Art. World of Islam
Festival Publishing Company Ltd. London, 1976, s. 129 – 134
17- KÜTÜKOĞLU, Mübahat S. Osmanlı Belgelerinin Dili, ( Diplomatik ). İstanbul, Kubbealtı
Neşriyatı, 1994 , 605 s.
18- KÖKER, Hüseyin Sıdkı. “ Mustafa İzzet Efendi ” Selâmet , sy.12 (Mart- 1963),
s. 14 – 16
19- Mustafa el-HABÎB. “ Yazı ile Mimarînin Kaynaşması ” Görüş, sy. 12 ( Aralık 1977 ),
s. 38 – 52
20- Melek CELÂL. Şeyh Hamdullah. İstanbul, 1948, 16 s. + 26 Resim.
21- MUSTAKÎMZÂDE, Süleyman Sa’adeddin. Tuhfe-i Hattâtîn. İstanbul, Türk Tarih
Encümeni Külliyâtı, 1928, 756 s.
22- NEFESZÂDE İbrahim. Gülzâr-ı Savâb . İstanbul, Güzel Sanatlar Akademisi Neşriyatı,
1939, 119 s.
23- ÖGEL, Semra. Anadolu Selçukluları’nın Taş Tezyinatı, Ankara, Türk Tarih Kurumu
1987, 192 s. + 152 resim.
24- ÖZAYDIN, Abdülkerim. “ İbn Mukle ” , Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,
c. XX, İstanbul Türkiye Diyanet Vakfı, 1999 , s. 211 – 212.
25- RADO, Şevket. Türk Hattatları. İstanbul, Yayın Matbaacılık, ts (1984) , 303 s.
26- SAFADİ, Yasin Hâmid. Islamic Calligraphy. London, Thames and Hudson, 1978, 144 s.
27-SELAHADDİN el-Müneccid. Yâkut el-Musta’sımî. Beyrut, Daru’l-kitabi’l-cedîd.
1985 , 79 s.
- Dirâsât fî Târihi’l-Hatti’l-Arabî. Beyrut, Daru’l-ki-tabi’l-
cedîd, 1972 , 150 s.
28- SERİN, Muhittin.– Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İstanbul, Kubbealtı Neşriyatı, 1999,
327 s.
-“Osmanlı Hat Sanatı”, Osmanlı Ansiklopedisi, c.XI, Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 26-34
- “ İbnü’l-Bevvâb ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,
c. XX., İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 1999, s. 534 – 435
- Hattat Şeyh Hamdullah, İstanbul, Kubbealtı Neşriyatı, 1992, 203 s.
29- SUYOLCUZÂDE, Mehmed Necib. Devhatü’l-küttâb. İstanbul, Güzel Sanatlar Akademisi
Neşriyatı, 1942, 160 s.
30- TÜFEKÇİOĞLU, Abdülhamit. Erken Dönem Osmanlı Mimarisinde Yazının Kullanımı. Van, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, I-II, 1997.
31- ÜNVER, A. Süheyl. Hattat Ahmet Karahisari, İstanbul, 1964, 13 s. + resim.
- Hattat Ali BİN HİLÂL Hayatı ve Yazıları, İstanbul, Yeni Labora-
tuvar Yayınları, 1958, 15 s. + 9 ref.
- Hattat Mustafa Râkım Efendi, Tarih Dünyası, sy. 7, Temmuz 1950
s. 271 – 275
32- YETKİN, Suut Kemal. İslâm Mimârîsi, Ankara, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi,
Türk ve İslam Sanatları Tarihi Enstitüsü Yayımları; 2, 1959, 509 s.
İslâm Sanatı Tarihi. Ankara, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi,
Türk ve İslâm Sanatları Tarihi Enstitüsü Yayımları : 2 , 1954 , 315 s.
366 levha
Giriş
Lugatte “âşikâr, iri, büyük” manalarına gelen celî, ıstılah olarak hat sanatında bir yazı cinsinin, meşk kaleminden daha kalın kalemle yazılan iri şekline verilen isimdir. Meselâ, sülüs yazısı normal olarak 2,5 mm’lik kalemle yazılır; bu ölçü aşılınca yazı celîleşmeye başlar. Kalem kalınlığı üç katına ulaşınca yazı artık celî olur. Sülüs yazı ile celî yazı arasındaki ölçü ile yazılan yazıya da Türkçe’de tokça sülüs, Arapça’da sülüseyn adı verilmiştir. Celî yazının kalınlığının sınırı yoktur. Ayrıca, celî kelimesi bir yazı çeşidini değil, karakterini ifade eder.
Sülüs ile celî sülüs harflerinin yapıları arasında fark olmamakla birlikte, celî sülüs harfleri daha olgun bir yapıdadır. Harfler büyüdüğünden, bünyeleri ve ayrıntıları çok iyi bir şekilde belirginleşmiş ve olgunlaşmıştır. Bu sebeple özelliklerini içermeyen celî yazılarda hatalar olduğu gibi ortaya çıkar, Bu noktaya işaretle, celî yazıların büyük hattatı Sâmi Efendi (1838 – 1912) “celî yazmadıkça hattın esrârına vâkıf olunmaz” demiştir.
Sülüs yazı, celîsine nisbetle daha narin, kıvrak ve hareketlidir. Dik çizgiler, celîye nisbetle sola daha yatıktır; celîde ise sülüse nisbetle daha diktir. Bu durum sülüs yazıya fazlaca işlerlik kazandırmıştır. Ayrıca aralarında önemli oranda olmasa bile, harf ölçülerinde bazı farklılıklar da vardır. Celî sülüste çanakların ölçüsü yarım nokta kadar küçüktür; sülüste vav harfinin çanağı dört nokta iken, celîde üç buçuk noktadan biraz fazladır. Sülüs daha ziyade satır olarak yazıldığı halde, celî sülüs istife en uygun gelen yazıdır. Sülüs yazı sadece büyütülmekle celî elde edilemeyeceği gibi, celî sülüs yazı da sadece küçültülmekle sülüs elde edilmez. İlki büyütülmüş sülüs, diğeri ise küçültülmüş celî sülüs olur. Celî yazıdaki incelik-kalınlıklar, harf aralıkları mesafeye ve mekâna göre ayarlanır. Bu sebeple celî yazı hayli maharet ister.
Celî Yazının Doğuşu ve Gelişimi
İslâm’ın ilk yıllarında yazının, kullanım sahaları ve kullanılan malzemenin tesiri ile iki ayrı tarzı doğmaya başladı. Bunlar mushaf, kitabe ve önemli belgelerin yazıldığı sert ve köşeli yazı ile günlük işlerde kullanılan yumuşak ve kavisli çizgilerin hâkim olduğu yuvarlak (müstedîr) karakterli yazı tarzıdır.
Yazının asıl gelişme yolunu bulduğu yuvarlak karakterli yazının kalın kalemle yazılan şekline kalemü’l-celîl adıyla tanınır. Esasen, o devirde her iki karakterdeki yazının kalın kalemle yazılan cinsine, bu isim verilmiştir. Osmanlı yazı mektebinde celîl ismi celîye dönüşmüş ise de başlangıçtaki celîl yazı ile Osmanlı celîsi arasında, ikisinin de kalın yazılmaları dışında bir alâka yoktur.
Hz. Ömer ve Hz. Ali hilâfetleri döneminde yazı Basra ve Kûfe’de , evvelâ geldiği şehirlere nisbetle mekkî ve medenî isimleriyle anıldı. Kısa süre sonra da yazıldığı şehirlere nisbetle, basrî ve kûfî isimlerini aldı. Başlangıcından beri mushaf, kitabe ve önemli belgelerin tespitinde kullanılan sert ve köşeli yazı Kûfe şehrinde geliştirilerek adına kûfî denildi. Böylece ilk defa yuvarlak karakterli yazı ve köşeli yazı isim ve vasıf olarak ayrıldılar. Kûfî yazı, daha sonra gelişerek muhtelif bölgelerde kullanılan aynı karakterdeki yazıların ana ismi olmuştur.
Hat sanatının asıl gelişimini gösterdiği, yumuşak ve yuvarlak karakterli yazıda , en belirgin gelişme Emevîler (661 – 750) döneminde olmuştur. Emevîlerin sonu ve Abbasilerin ilk yıllarında yaşayan Kutbetü’l-muharrir, daha önce kullanılan ve kalem ağzı genişliği belli olmayan celîle nisbeten , kalem ağzı genişliği belli olan tûmâr yazısını icat etti. Emevîler döneminden , o zamanın hattına delalet edecek bir örnek günümüze ulaşmamıştır; muhtemelen Abbasiler bütün bunları yok etmişlerdir. Yalnız Endülüs Emevîleri’nden zamanımıza ulaşan örneklerden görebildiğimiz, celî yazının zemininde süsleme unsurlarının kullanıldığıdır. Dik harflerde zülfe kullanılmamış, eliflerin alt uçları sola doğru kıvrılmıştır. Bazı harflerin uç kısımlarına ise tomurcuk şeklinde çiçek motifi konulmuştur.
Abbâsîler’in ( 750 – 1258 ) ilk devrinde yaşayan meşhur vezir ve aynı zamanda hattat olan İbn Mukle (ö. 328 / 940) , o zamana kadar uzun tecrübe ve arayışlarla elde edilen harf şekillerini, belli ölçülere bağladı. İbn Mukle’den bir asır sonra gelen ve onun mektebinin ikinci merhalesini temsil eden İbnü’l-Bevvab (ö. 413/1022), İbn Mukle yazısını geliştirdi ve güzelleştirdi. Merhum Nihad M. Çetin’in ifadesiyle “ .....benzerleri arasında ortak husûsiyetleri en bâriz şekilde taşıyan hat üslûplarını seçti ve çok muhtelif kanallarına yöneltti.” İbn Mukle ve İbnü’l –Bevvâb’ın celîl yazısına bir örnek elimizde olmamakla birlikte, İbnü’l-Bevvâb yolunda yazılmış celîl bir yazı örneği mevcuttur.
İbnü’l-Bevvâb’dan iki asır sonra, Ebu’l-Mecd Cemâleddin Yâkût b. Abdullah el-Musta’sımî (ö. 698 / 1298 ), uzun süre İbn Mukle ve İbnü’l- Bevvâb yazılarını inceleyerek yazıya yeni bir tavır kazandırmıştır. Yâkut’un yaptığı en büyük yenilik, o güne kadar düz kesilen kalemin ağzını eğri kesmesi olmuştur.
Fâtımîler döneminde kûfî yazının celîl örnekleri kullanılmıştır. Bu dönemden el-Hakîm Camii, Ezher Camii harem duvarı, el-Akmer Camii ile el Cuyûşî Camii mihrabında bulunan tezyinî kûfî yanında mihrab içerisinde mevcut celî sülüs yazılar mühim örneklerdir. Bu eserlerden görebildiklerimizin zeminlerinde tezyinat bulunmaktadır.
Karahanlılar devrinde tezyinî kûfî ve ma’kılî ile birlikte celî sülüs tezyinatlı olarak kullanılmıştır. Bunlardan Muhammed b. Nasr Türbesi’nde tezyinî celî sülüs örnekleri yer almaktadır.
Selçuklular’da Celî Yazı
Selçuklular’da mimarî eserlerde celî sülüs ve kûfî kullanılmakla birlikte, celî sülüs daha çok tercih edilmiştir. Celî sülüs hem yalın hem de zemini süslü olarak kullanılmıştır. Bu dönemdeki celî sülüs yazıların ortak özelliği, harflerin cılız, dik harflerin yukarıdan aşağıya doğru incelmesidir. Ayrıca yazıda kalem hareketlerinin özelliklerini görmek mümkün değildir.
Horasan Selçukluları devrinde yapılan Ardistan Mescid-i Cumas’nda ( m.1160) kubbeye geçiş bölgesinde ve mihrabta zemini kıvrık dallı motiflerle süslü celî sülüs örneklerini görmek mümkündür. Burada celî sülüs satır esasına göre yazılmıştır.
Anadolu Selçukluları döneminde mimarî eserlerde kûfî, muhakkak ve celî sülüs yazı kullanılmıştır. Bu dönemden yazılarıyla dikkat çeken Divriği Ulu Camii (m.1129), Erzurum Çifte Minareli Medrese (m.1253), Konya Sırçalı Medrese (m.1242), Divriği Sitti Melik Türbesi (m.1195) kapı üstü yazıları celî sülüsle yazılmış olup zeminde kıvrıkdal rûmî ve geometrik desenlerle süslenmiştir.
Bu dönem celî sülüsünün ortak özelliği, harflerin oldukça basit ve küt olması, dik harflerin yukarıdan aşağı incelmesidir. Yazılarda Osmanlı döneminde göreceğimiz estetik, kalem hareketlerinin hakkı, istifte harflerin birbirini kucaklaması gibi özellikleri görmemiz mümkün değildir. İstifler oldukça girift bir haldedir. Bu giriftlik estetiği değil karmaşıklığı ifade eder. Bu dönemdeki kûfî yazılar celî sülüse göre daha başarılı sayılabilir.
Osmanlı’da Celî Sülüs
Osmanlı’dan önce Selçuklular da dahil, celî sülüs gerek harf yapısı gerek istif olarak basit bir durumda idi. Osmanlı’da Fatih devrine kadar, Selçuklu celî sülüsü tesirini devam ettirmiştir; istif hususundaki tesir ise XIII. yüzyıla kadar devam etmişse de, günden güne bir gelişme söz konusudur. Celî sülüste, aklâm-ı sittede yakalanan başarıya ulaşılmaya çalışılmış, başlangıçta harfler XIX. yüzyıl celî harflerine göre basit olsalar da, Selçuklu celî sülüs harflerine göre, güzele doğru bir arayışa girildiği hemen farkedilir.
Erken dönem Osmanlı eserlerinden, m. 1333 – 1334 yılları arasında inşa edilen İznik Hacı Zeynel Camii ve m.1366 yılında inşa edilen Ayvacık, Tuzla Hüdâvendigâr Camii kitabeleri incelendiğinde, Selçuklu celîsinin tesirleri açıkça görülür. Her iki kitabedeki harflerin basitlik ve kütlüğü yanında, özellikle Hüdâvendigâr Camii kitabesindeki dik harflerin yan yana dizilmesi ve istifin giriftliği, Selçuklu celîsinin özelliklerini taşır.
1388 yılında inşa olunan İznik Nilüfer Hatun İmareti kitabesinde Selçuklu celîsinin tesirinden istif olarak ayrılma mevcut ise de harflerde ve zülfelerde kütlük mevcut; harflerin yazılışında bulunması gereken kalem hareketlerinin özellikleri ise yoktur. Yazıda çok az sayıda hareke kullanılmış, zeminde ise hendesî şekillere yer verilmiştir.
1419 yılında inşa olunan Bursa Yeşil Camii celî sülüs yazıları her ne kadar Osmanlı celî sülüsünün erken örnekleri olarak kabul edilse de harfler ve istif oldukça basittir. Bünyesinde bulunması gereken canlılık olmadığı gibi, daha önce inşa olunan Nilüfer Hatun İmareti kitabesine göre, harfler daha basittir. Fakat buradaki celî sülüs istif olarak Selçuklu celîsinden farklıdır.
1437-1447 yılları arasında Sultan II. Murad’ın emriyle inşa olunan Edirne Üç Şerefeli Camii yazılarında, dik harflerin yan yana gelmiş olması sebebiyle istif Selçuklu özelliği taşır. Harfler küt ve basit olmakla birlikte nisbeten canlılık belirtileri vardır.
Osmanlı celî sülüsü’nün ilk önemli ve güzel örnekleri Fatih devrinde görülür. Fatih devri hattatlarından Yahya Sûfî ve oğlu Ali b. Yahya Sûfî celî sülüste Râkım’a kadar geçen dönemde dikkati çeken sanatkarlardır. Ali Sûfî’nin, Fatih Camii ve Topkapı Sarayı Bab-ıhümâyun kitabesi, kitabe üstü müsennâ âyet sağ kapı yuvasındaki ayet ile sol kapı yuvasındaki ketebe yazıları şüphesiz Râkım’a kadar celî sülüsün en güzel örnekleri olarak görülür. Bu kitabelerden, özellikle Bab-ı Hümâyûn yazılarında, harf yapısı olarak mükemmel bir seviye yakalanmıştır. Fatih Camii kitabesine göre harflerde kalem hakkının halâvetini, yazılış özelliklerini görmek mümkündür. İstif olarak da, girift ve başarılıdır; müsenna ayet adeta örülerek istif edilmiştir. Bu kitabede, Besmele’yle birlikte âyet, yukarıdan aşağıya doğru istif edilmiştir. Âyette bulunan iki adet “fî” deki yâ’lar belli aralıkla yâ-yı ma’kûse şeklinde yazılarak istif üç parçaya ayrılmıştır. “ Biselâm” daki mim’in ortasına da bir penç motifi işlenmiştir.
Yazıda Osmanlı mektebinin kurucusu olan ve aklâm-ı sittenin olgunlaşmasını sağlayan Şeyh Hamdullah sülüs ve nesih eserlerinin yanında İstanbul Fîruzağa, Davutpaşa, Bâyezid camilerinin kitabelerini celî sülüsle yazmıştır. Şeyh bu kitabelerde harfleri satıra dizmiş, dik harflerin dengeli bir şekilde dağılmasına dikkat etmiştir. Bütün bu kitabelerdeki harflerde, devrine göre kalem hareketlerini, harflerdeki canlılığı bir dereceye kadar görmek mümkündür. Bu kitabelerdeki yazılar Osmanlı celî sülüsü’nün gelişme dönemi örneklerinden sayılabilir. Ancak Şeyh’in bu celî yazıları, sonraki devirlerin celî anlayışına göre oldukça basit kalmıştır. Osmanlı Hat Mektebi’nde Şeyh’ten sonra Yâkut Mektebi’nin temsilcisi olan Ahmed Karahisârî celî yazıda Şeyh’ten daha başarılı olmuş, harfleri güzel bir şekilde satıra yerleştirebilmiştir. Karahisârî harflerinde, celînin sonradan kazandığı keskinlik ve rahatlık olmasa da, estetik tenâsübe oldukça yaklaşılmıştır.
Süleymaniye Camii (kubbe hariç) kitabe ve diğer celî yazıları ile Edirne Selimiye Camii yazılarını yazan ve Ahmet Karahisârî mektebinin en kuvvetli temsilcisi olarak kabul edilen Hasan Çelebi’nin celîlerinde istif olarak Selçuklu celîsinin tesirleri görülmektedir. Harfler, üslûp olarak Osmanlı karakteri taşımakla birlikte, istif Selçuklu celisinin tesirindedir; dik harfler yan yana dizilmişlerdir. Harflerde önceki örneklere göre keskinlik ve gelişme olsa da, harflerdeki basitlik ve kütlük hâlâ devam etmektedir.
Tophane, Kılıçalipaşa Camii yazılarını yazan Demircikulu Yusuf’un celî harflerinde bir yumuşama göze çarpmaktadır. İstiflerinde de harflerin dağılımı zamanına göre başarılı sayılabilir. Fakat, Kılıçalipaşa Camii kapı üzerinde bulunan müsenna celî sülüs yazının terkibinde, çizgilerin birbirlerini sert bir şekilde kesmeleri dikkat çeker.
Sülüsleri ileride celî sülüste büyük değişim yapacak olan Râkım’a örnek olan Hâfız Osman da celî sülüsle eser vermiştir. Bugün kolaylıkla görülebilecek Üsküdar, Doğancılar’daki Şehid Süleymanpaşa Camii Çeşmesi kitabesi ve Karacaahmed Mezarlığı’ndaki Siyavuş Paşa mezartaşı kitabesi incelendiğinde harflerin basitliği yanında, terkip olarak da, harflerin istiften ziyade belli yerlere kümelendiği görülür.
Sultanahmed Camii (XVII. Yüzyıl) takkapısında Seyyid Kâsım Gubârî tarafından yazılan kitabede, harflerin yapısında, Osmanlı’nın başlangıcına göre mesafe alındığı görülür. İstifte ise, dik harflerin yan yana dizilişi Selçuklu celîsi’ni hatırlatır. Kitabeye bakılınca dik harfler, gözü hemen kendisine çekmektedir.
Üsküdar Yeni Valide Camii (XVIII.Yüzyıl) yazılarında, özellikle cami yanında Gülnûş Emetullah Türbesi iç tarafında taşa mahkûk Âyete’l-kürsî , Râkım öncesi Osmanlı celî sülüsünün çok başarılı bir örneğidir. Harflerin tenâsüb ve olgunluğu zamanına göre dikkatçekici seviyededir. Bu yazıların hattatı Mehmed b. Mustafa “Mehmed Bursevî ”dir.
Ayasofya İmaret Kapısı üzerinde, Bursa Emir Sultan Camii yakınında iki çeşme kitabesi ile İstanbul, Ayasofya meydanı su terazisi bitişiğindeki çeşme kitabelerini yazan hattat Moralı Beşir Ağa (ö.1165/1752)’nın celî sülüs harfleri ve terkipleri, tarihî seyiri içerisinde celînin önemli örneklerindendir. Harflerin tenâsübü yanında kalem hareketleri de belirgin bir haldedir. Beşir Ağa, istif içerisinde hareke ve tezyinî işaretleri az miktarda kullanmıştır. İstif, Râkım öncesi celî sülüs istifleri içerisinde terkip mükemmeliyeti olan örneklerdendir.
İncelediğimiz dönemlerden, Osmanlı’da aklâm-ı sittede özellikle sülüs ve nesih yazıda büyük başarı sağlanmış, çok güzel ve başarılı eserler verilmiştir. Celî sülüste ise gerek harfin tenâsübünde gerek istifte, terkipte istenen başarı sağlanamamıştır. Bu dönemde celî sülüste hareke ve tezyinî işaretler ya hiç kullanılmamış, yahut çok az miktarda kullanılmıştır. Harflerle birlikte, hareke ve tezyinî işaretler de yapı olarak basit ve bozuk bir haldedir.
Mustafa Râkım’ın Celî Sülüs’te Ortaya Koyduğu Yenilikler
Mustafa Râkım’ın celî sülüste yaptığı değişim şu başlıklarda toplanabilir :
1- Harflerin bünyesini ıslâh etmiştir.
2- Harf kalınlığı ile kalem kalınlığı arasındaki ideal ölçüyü yakalamıştır.
3- İstifte olağanüstü başarı sağlamıştır.
Mustafa Râkım’a gelinceye kadar hattatlar, celî sülüs harflerinde, yapı olarak tenâsübü bir türlü sağlayamamışlardır. Aynı harfin yazımında bile standart tutturulamamış, yazı sadece kalın yazılabilmiştir. Fatih devrine kadar celî sülüs, mimarî’de bir süs unsuru olarak görüldüğü için başlıbaşına ele alınmamış, bu sebeple de celî sülüste, gerek harf yapısı, gerekse istif yönünden aklâm-ı sitte derecesinde başarı sağlanamamıştır.
Başlangıcından itibaren özellikle Selçuklu, Beylikler ve Osmanlı döneminin celî sülüsleri, harf ve istif yönünden incelendiğinde harflerin kütlüğü, yalınlığı yanında, kalemin yazılış özelliklerinin bulunmadığı hemen farkedilir. Celî sülüs, bu özellikleri ile Osmanlı’da da uzun süre devam etmiştir. Her ne kadar harflerde, önceki dönemlere göre önemli sayılabilecek düzelmeler mevcut ise de, istif güzelliği ve harflerin gerçek tenâsübü (ölçü, oran) Râkım’a kadar yakalanamamıştır. Daha önce görülmeyen, harflerde kalem hareketlerinin hakkı ve güzelliği ile harflerin tenâsübü, terkibin güzelliği, Râkım’ın özellikle olgunluk dönemi eserlerinde açıkça görülür. Önceki dönemlerde görülmeyen bu durum, Râkım’ın celî harflere getirdiği en büyük özelliktir.
Râkım, celîde harf güzelliği bakımından, Hâfız Osman’ın sülüsteki başarısını yakalamıştır. Celî sülüste Râkım’ın tamamlayıcısı olarak kabul edilen hattat Sâmi Efendi’nin şu sözü, bu hükmü doğrular mahiyettedir: “ Hâfız Osman’ın sülüslerini büyütürseniz Râkım’ın celîsini, Râkım’ın celîsini küçültürseniz Hâfız Osman’ın sülüslerini bulursunuz”
Râkım, harflerin bünyesini ıslah ederek, harf kalınlığı ile kalem kalınlığı arasındaki uyumu yakalamıştır. Râkım, Hâfız Osman’ın sülüs ölçülerini büyüterek celîye başarı ile tatbik etmiştir. Mustafa Râkım, Hâfız Osman’ın sülüs ve nesih yazılarını dikkatle inceleyerek,bu üstadın sülüs harflerindeki gövde ve duruş güzelliklerini celîye tatbik etmiştir. Celîde kalem hakimiyetini sağlayarak, harfleri en güzel, ideal ölçülerine kavuşturmuştur. Bu sebeple Râkım’ın celî sülüs harfleri, Şeyh’in ve bilhassa Hâfız Osman’ın sülüs harfleri gibi canlı ve hareketli bir yapıya sahiptir. Bu durum, gerek harfler tek tek incelendiğinde, gerek istif içerisinde açıkça görülebilir.
Yazıda harflerin veya harfleri teşkil eden kısımların, genel bir tabirle istifi oluşturan çizgilerin, istif sahasına uyumlu bir şekilde ve aynı nisbette yayılması, yani istif örgüsünün her tarafının aynı yoğunlukta olması, istifte organik bütünlüğün temini, çizgiler arasında denge, uyum, ritm ve ahengin bulunması güzel bir istifin temel unsurlarıdır. Râkım harflerdeki tenâsübü ve ölçüyü sağladıktan başka, gerek satır, gerekse katmerli istifte, harfleri bir birleri ile kaynaştırmıştır. İstifte harfler adeta birbirlerini kucaklamışlardır.
Râkım’ın olgunluk dönemi eserlerinden, 1234 / 1819 tarihli Nakşıdil türbesi yazıları özellikle Nakşıdil İmaret çeşmesi üzerinde bulunan celî sülüs müsenna ayet ve ayrıca papağan şeklinde istiflediği yazı , harflerin onun elinde nasıl yumuşadığının, hamur haline geldiğinin delilidir. Arıca Râkım, istiflerinde tezyini işaretleri çok fazlaca kullanmamıştır; Râkım yazıları, harf gövdeleri ile ön plândadır. Ancak harflerin tenâsübünü sağladıktan sonra sınırlı miktarda, yazıyı boğmayacak şekilde, hareke ve tezyinî işaretleri kullanmıştır. Şu bir gerçektir ki, Osmanlı’da istif, Râkım’la gelişme yolunu bulmuştur.
Önceki yüzyılların celî yazıları ile Râkım’ın harf , kelime grupları ve istifleri karşılaştırılırsa, Râkım’ın harflerindeki canlılık ve azamet, istiflerindeki güzellik daha iyi görülebilir. Râkım öncesi celî harflerinde mevcut donukluk ve orantısızlık yerini tenâsüb ve canlılığa bırakmış, istif dağınıklıktan kurtulmuştur. Râkım harflerinin diğer bir özelliği, uzaktan rahatça görülebilecek toklukta oluşlarıdır. Harfler, yazılacakları yahut asılacakları yere göre güzellik ölçüsüne kavuşmuşlardır.
Râkım celî sülüste evvela harflerin bünyelerini ıslâh ederek, harf kalınlığı ile kalem kalınlığı arasındaki uyumu bulmuştur. Râkım harflerinde kalem hareketlerinin hakkını, güzelliğini ve canlılığını görmek mümkündür. Râkım, harfleri istif içerisinde en güzel şekilde kullanmış, onları teşrifata uygun olarak dengeli bir şekilde dağıtmıştır.
Celî sülüste yaptığı inkılâpla mektep oluşturan Râkım, celîdeki tavrını ağabeyinin ölüm yılı olan 1221 / 1806 yılından sonra ortaya çıkartmıştır. Mezkur tarihten itibaren Râkım celîsi hızlı bir gelişme yoluna girmiştir. 1230 / 1815 – 1234 / 1819 yılları Râkım’ın olgunluk dönemidir; en güzel eserlerini bu tarihler arası vermiştir. 1234 / 1819 tarihi Râkım’ın harf ve terkip mükemmeliyetinin zirvede olduğu tarihtir. Bu tarihte yazdığı Fatih, Nakşıdil türbesi yazıları ile Eyüp, Çelebi Mustafa Reşîd Efendi mezartaşı kitabe yazıları, olgunluk döneminin en önemli eserleridir. Gerek Nakşıdil yazıları, gerek Eyüp’teki mezartaşı kitabesi, harflerinin tenâsübü ve istif mükemmeliyeti bakımından, hattatların ziyaretgâhı olmuştur.
Râkım’ın sanat hayatı genel hatlarıyla, 1221 / 1806’ ya kadar başlangıç yılları, 1221 / 1806 – 1230 / 1815 arası gelişme dönemi, 1230 / 1815’den sonrası ise olgunluk dönemi olmak üzere üç kısma ayrılabilir. Takdir olunur ki, bu sınıflama , Râkım eserlerinin tasnifi sonucu, genel hatları itibarıyla ve bir fikir oluşturması amacıyla yapılmıştır; muhakkak ki bu tarihler öncesi ve sonrasıyla irtibatlıdır.
Râkım önceleri celî yazıları kareleme (murabba’) usulü ile büyüterek yazıyorken, son döneminde eline gelen meleke sayesinde, kalem ağzı kalınlığı 3 cm. olan Nakşıdil türbesi kuşak yazısını doğrudan kamış kalemle ve sulu siyah mürekkeple yazmıştır. Bugün, İstanbul Türk-İslâm Eserleri Müzesi’nde muhafaza edilen yazı kalıplarında bunu görmek mümkündür.
Râkım’ın istifleri harflerin gövde ve duruşlarıyla ön plandadır. Sanat hayatının ilk yıllarında, harekeyi seyrek bir şekilde kullanmıştır. Ayrıca, Râkım’ın başlangıcındaki harekelerinde bir üslûb da yoktur. Râkım’ın harekelerdeki estetik gelişimi, celî sülüsteki gelişimine ayak uyduramamıştır. 1230 / 1815’den sonra artık, Râkım yazılarında harekeler, harf gövdeleri yanında kendilerini göstermeye başlar, ama harf gövdeleri yine de, hareke ve tezyinî işaretlere baskındırlar. Râkım, istifte teşrifata riayet ettiği için harekeleri de yerli yerinde kullanmış, harekelerin teşrifatına da riayet etmiştir.
Râkım, padişah tuğralarını da, hat ve şekil yönünden ıslah ederek, bu konuda da inkılâp yapmıştır. Râkım’ın padişah tuğralarındaki gelişimi, celî sülüsteki gelişimi ile paralellik arzeder; 1230 / 1815 tarihinden sonraki tuğraları olgunluğun zirvesindedir. Tuğra’da önce yazıyı ıslah etmiş; kürsü kısmını alt taraftan yuvarlak bir şekle sokmuş, istifi yeniden düzenlemiştir. Beyzaleri germiş, sol taraftan hafif yukarıya kaldırmıştır; tuğ ve zülfeyi de genel görünüm ile uyumlu bir hâle getirmiştir.
Râkım bütünüyle değerlendirildiğinde, daima yeniliğe açık ve cesur bir sanatkâr olduğu görülür. Her yazısında farlı bir nükte denemesine girişmiş, bunda da başarılı olmuştur. Mihrişah Sultan türbesi için hazırladığı hilyenin tac kısmında ve hilye metni etrafındaki kuşakta kullandığı harf tetâbukları, onun daha sanat hayatının başlangıcındaki yenilik arayışlarını gösterir.
Mustafa Râkım Efendi, XIX. yüzyıla kadar celî sülüste bir türlü gerçekleştirilemeyeni başarmış, Şeyh Hamdullah ve bilhassa Hâfız Osman sülüslerindeki canlılığı celî sülüse tatbik etmiştir. Yazı istifinde de, Osmanlı hattatlarının öncüsü olmuştur. Padişah tuğralarındaki hat ve şekil bozukluğunu gidererek estetiği yakalamıştır. Celî sülüste “mektep” sahibi olan Râkım, kendinden sonra gelenlerce yegâne üstad olarak kabul edilmiştir.
BİBLİYOGRAFYA
1-Abdurrahman ŞEREF.“Topkapı Saray-ı Hümâyunu ”,Tarih-i Osmâni Encümeni Mecmuası
1 Kanun-i evvel 1326 , cüz 5.
2- Ahmed Süreyya (SALTUK). “ Osmanlılar’ da Sanayi-i Nefîse, Ezcümle Hutût-u Bedîâ ”,
Sırât-ı Mustakîm, sy. 174 ( 14 Muharrem 1329 ) s. 280-285
3-ÂLÎ, Gelibolulu Mustafa. Menâkıb-ı Hünerverân. İstanbul, Türk Tarih Encümeni Külliyatı,
1926, 133 + 92 s.
4- ALPARSLAN, Ali. - Osmanlı Hat Sanatı Tarihi, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları,
1999, 215 s.
-“İslâmYazı Sanatı ”, Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi,
c.XIV, İstanbul, Çağ Yayınları, 1993, s. 441 – 522
- “ Celî ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA),
İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı , 1993, c. VII, s. 265 – 267
- Ünlü Türk Hattatları, Ankara, Kültür Bakanlığı , 1992, 147 s.
- “ İbn Mukle’nin İslâm Yazısına Hizmeti ”, Tarih Boyunca
Paleografya ve Diplomatik Semineri 30 Nisan / 2 Mayıs 1986
Bildirileri, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi,
1986, s. 11 –14
- “ İslâm Yazı Çeşitleri; 3 Celî Sülüs ”, Sanat Dünyamız,
sy. 33, 1985 , sy. 27 – 35
-“ Mimarî Yapıların Yazı San’ atı Bakımından Önemi ”, Boğaziçi
Üniversitesi (Beşeri Bilimleri) Dergisi. C. IV – V, 1976 – 1977,
1 – 14.
5–AYVERDİ, Ekrem Hakkı. Fatih Devri Hattatları ve Hat Sanatı. İstanbul, İstanbul
Fethi Derneği , 1953 , 56 s.
6- BALTACIOĞLU, Ismayıl Hakkı. Türklerde Yazı Sanatı. Mersin. Kültür Bakanlığı, 1993
143 s.
- Türk Plâstik Sanatları. Ankara, Milli Eğitim Bakanlığı, 1971, s. 115 - 121
7- BERK, Süleyman. – “ Sultanahmet-Fîruzağa Camisi Kitabesi, AD Art Dekor, sy. 90 Eylül, s. 130-133
2000.
- “Hattat Mustafa Râkım Efendi’nin İstanbul’daki Mezartaşı Kitabeleri ”
AD Art Dekor, sy. 87 ( Haziran 2000 ), s. 120 – 125.
- “ Hattat Mustafa Râkım’da Celî Sülüs ve Tuğra Estetiği ” , Erzurum,
****** Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora . Tezi, 1999 , 155 s. + 115 ref
8- ÇETİN, Nihad M. -“İslâm Hat Sanatının Doğuşu ve Gelişimi (Yâkut Devrinin Sonuna
Kadar), İslâm Kültür Mirâsında Hat San’atı, İstanbul, IRCICA, 1992,
s. 14 – 32
“Yâkut Musta’sımî ” İslâm Ansiklopedisi (İA), c. XII , İstanbul Milli
Eğitim Bakanlığı , 1986 , s. 552 – 557.
9- DERE, Ömer Faruk. Hat Sanatında Hâfız Osman Efendi ve Ekolü. İstanbul, Marmara
Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans
Tezi, 2000.
10 - DERMAN, M. Uğur. –“Osmanlı Türklerinde Hat Sanatı”, Osmanlı Ansiklopedisi, c. XI, Ankara , Yeni Türkiye Yayınları. 1999, s. 17-25.
–“Yazıyı Sanat Katına Çıkardılar”, Hürriyet Gösteri, sy. 212 (Temmuz-Ağustos 1999), s. 64-69
-“Türk Hat Sanatı:İncelikleri ve Bediî Değerleri”, Arış, sy. 3 (Aralık 1997), s. 54-67
-“Süleymaniye Camii’nde Hat Sanatı”, Mimari Mirasın Bugünü, İstanbul, IRCICA, s. 303-306
- Sabancı Koleksiyonu. İstanbul, Akbank Kültür ve Sanat
Kitapları: 61, 1995, s. 14 – 179 .
- “ Selçuklu’ dan Osmanlı’ ya Celî Sûlûr Hattının Gelişimi ”,
IV. Milli Selçuklu Kültür ve Medeniyeti Semineri Bildirileri,
25 – 26 Nisan 1994 (Ayrı Basım) Konya Selçuk Üniversitesi, Selçuklu Araştırmaları Merkezi, 1995, s. 91 – 95
- Başlangıcından Bugüne Türk Sanatı, Ankara, Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları, 1993, s. 373 – 396.
- “ Hat San’ atında Osmanlı Devri ”, İslâm Kültür Mirâsında
Hat San’atı, İstanbul, IRCICA, 1992, s. 33 – 43, 178 - 244
- “ Yenicami Sebili’nin Kitâbesi “, Lale, 4 (Aralık 1986) s.14 - 17
- “ Celî Yazılar ”, İlgi, sy. 29 ( Mayıs 1980 ), Yıl. 1, s. 30 - 34
- İslâm Sanatında Türkler. Ankara, Yapı Kredi Bankası Yayınları,
1974.
- “ Kanunî Devri Yazı San’atımız”, Kanunî Armağanı, Ankara, Türk
Tarih Kurumu, 1970, s. 269 - 289
- “ Hat Dehalarımızdan Şeyh Hamdullah ”, Hayat Mecmuası,
sy. 47 (1969) , s. 23
- “ Hafız Osman’ın Yazı Sanatımızdaki Yeri ” Hayat Mecmuası,
sy. 52 (1967), s. 8 - 9
- “ Hattat Mustafa Râkım Efendi ”, Dosya, M.Uğur Derman Arşivi.
11- el – KALKAŞENDÎ Ahmed b. Ali. Subhu’l-a’şa. c. III, Beyrut, Dâru’l-kutubi’l İlmiyye,
1407 / 1987
12-ERBAŞ, Aynur. Fatih ve II. Bayezid Devrinden Günümüze Ulaşan İstanbul Camilerinin
Kitabe ve Celî Yazıları. İstanbul, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler
Enstitüsü, Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, 1990, 98 s.
13- GROHMAN, Adolf. Arabische palâogrphie ( I. Teil) , Wien, 1967 , 154 s.
14- HABİB. Hat ve Hattâtân. İstanbul, 1305, 285 s.
15- İbrahim CUM’A. Dirâse fî Tatavvuri’l-Kitabati’l-Kûfiyye. Dâru’l – fikri’l-Arabî, (ts),
286 s.
16-ISSAM el-Said and Ayşe PARMAN.Geometic Concepts In Islamıc Art. World of Islam
Festival Publishing Company Ltd. London, 1976, s. 129 – 134
17- KÜTÜKOĞLU, Mübahat S. Osmanlı Belgelerinin Dili, ( Diplomatik ). İstanbul, Kubbealtı
Neşriyatı, 1994 , 605 s.
18- KÖKER, Hüseyin Sıdkı. “ Mustafa İzzet Efendi ” Selâmet , sy.12 (Mart- 1963),
s. 14 – 16
19- Mustafa el-HABÎB. “ Yazı ile Mimarînin Kaynaşması ” Görüş, sy. 12 ( Aralık 1977 ),
s. 38 – 52
20- Melek CELÂL. Şeyh Hamdullah. İstanbul, 1948, 16 s. + 26 Resim.
21- MUSTAKÎMZÂDE, Süleyman Sa’adeddin. Tuhfe-i Hattâtîn. İstanbul, Türk Tarih
Encümeni Külliyâtı, 1928, 756 s.
22- NEFESZÂDE İbrahim. Gülzâr-ı Savâb . İstanbul, Güzel Sanatlar Akademisi Neşriyatı,
1939, 119 s.
23- ÖGEL, Semra. Anadolu Selçukluları’nın Taş Tezyinatı, Ankara, Türk Tarih Kurumu
1987, 192 s. + 152 resim.
24- ÖZAYDIN, Abdülkerim. “ İbn Mukle ” , Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,
c. XX, İstanbul Türkiye Diyanet Vakfı, 1999 , s. 211 – 212.
25- RADO, Şevket. Türk Hattatları. İstanbul, Yayın Matbaacılık, ts (1984) , 303 s.
26- SAFADİ, Yasin Hâmid. Islamic Calligraphy. London, Thames and Hudson, 1978, 144 s.
27-SELAHADDİN el-Müneccid. Yâkut el-Musta’sımî. Beyrut, Daru’l-kitabi’l-cedîd.
1985 , 79 s.
- Dirâsât fî Târihi’l-Hatti’l-Arabî. Beyrut, Daru’l-ki-tabi’l-
cedîd, 1972 , 150 s.
28- SERİN, Muhittin.– Hat Sanatı ve Meşhur Hattatlar, İstanbul, Kubbealtı Neşriyatı, 1999,
327 s.
-“Osmanlı Hat Sanatı”, Osmanlı Ansiklopedisi, c.XI, Ankara, Yeni Türkiye Yayınları, 1999, s. 26-34
- “ İbnü’l-Bevvâb ”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi,
c. XX., İstanbul, Türkiye Diyanet Vakfı, 1999, s. 534 – 435
- Hattat Şeyh Hamdullah, İstanbul, Kubbealtı Neşriyatı, 1992, 203 s.
29- SUYOLCUZÂDE, Mehmed Necib. Devhatü’l-küttâb. İstanbul, Güzel Sanatlar Akademisi
Neşriyatı, 1942, 160 s.
30- TÜFEKÇİOĞLU, Abdülhamit. Erken Dönem Osmanlı Mimarisinde Yazının Kullanımı. Van, Yüzüncü Yıl Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Yayımlanmamış Doktora Tezi, I-II, 1997.
31- ÜNVER, A. Süheyl. Hattat Ahmet Karahisari, İstanbul, 1964, 13 s. + resim.
- Hattat Ali BİN HİLÂL Hayatı ve Yazıları, İstanbul, Yeni Labora-
tuvar Yayınları, 1958, 15 s. + 9 ref.
- Hattat Mustafa Râkım Efendi, Tarih Dünyası, sy. 7, Temmuz 1950
s. 271 – 275
32- YETKİN, Suut Kemal. İslâm Mimârîsi, Ankara, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi,
Türk ve İslam Sanatları Tarihi Enstitüsü Yayımları; 2, 1959, 509 s.
İslâm Sanatı Tarihi. Ankara, Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi,
Türk ve İslâm Sanatları Tarihi Enstitüsü Yayımları : 2 , 1954 , 315 s.
366 levha